Thursday 15 December 2011

Okay, that's a coincidence

Just last nite around this time (sadly, I've been working until 10-11 pm lately so I only get to read stuff for myself just before bed) I was reading a post saying that everyone should work in a service job at least once so that they know better about how to treat others when serving them. I had two seperate thought path runing down in my head. One, a cab driver, waiter or sales guy at a shop may be serving me at a certain time but it's beyond comprehension to look down on to them just basing our judgement on their jobs. I'm serving my first line manager and other following lines everyday and if they had patronized me and/or belittled me just b/c I am just a specialist, I would have been very pissed off. I may lack the education and the experience to be in their position but it doesn't make me a lesser person than them. Hence the second thought, no wonder I've always been pretty good with the cleaning ladies at the office, the guy who serves lunch at the cafeteria, the security guys at the office's door and other service job holders in my daily circle. Simply because, I try not to be a judgemental bitch acting superbicthy all the time.

I wanted to write about it but I had the time pressure; knowing that I gotta wake up in a couple of hours my mind starts playing its sick tricks on me.

Tonite, I had a 45min conversation with my company's private driver who was taking me home since its after 10. - best perk ever, definitely better than free drinks and chocolate at the office.
It was more of a theraphy for him and counseling practice for me but it was okay. It was late and I wanted to home already but I felt good about sitting in the car listening to his complaints. We talked about cars (engine capabilities to be exact) than somehow he ended up critisizing company policies. He than jumbed into talking about employees who treat him like they owned him. It's such a shame that my close circle is full of people who the guy from last nite's post was trashing.

Our occupation tells so much and so little of ourselves. Like in the preacher's talk at Ted, what we do for a living says so many things about our influence and affulence and gives responsibility. But also in the sametime, It's not even close to signifying our networth.

People should have bare minimums, minimums of respect and emphaty in daily life which comes from within. Don't you have?? You have a certain understanding about life that is constructed by your experiences only. So judging people and acting upon that judgement prior to any course of action with those people is damn wrong. You know that your are biased and probably making a mistake. Have a little self-respect and spare a minute to think about your prejuidices and misconducts in order not to make those horrible mistakes.You might have a chance of not becoming a total bitch and perhaps have a chance to be a decent person at some point.

Monday 12 December 2011

Boy, I appreciate

I have been paying a bit of attention to what I have been experiencing in life for a while now. I have always been concious, may be a little too concious sometimes, of my life but lately I was -without any effort, finding myself thinking "god that's such a good thing have xyz in my life". I have been appreciating so many parts in my life that it got me thinking whether I am borderline crazy or what?? I questioned whether its my defense mechanizm to depression or not that keeps me so content with my life. Than I read the bestever "aha that talks about me" sort of piece, I sad "f**k it, I'm so damn appreciative of what's been happening in my life that I got to experience so many states of mind and learn so much."
It's been good life so far.
and it's terrific not to have to think what's next coz you know it's something that you will appreciate (no matter what).

Sunday 11 December 2011

I Dream of..


This is a-must-see documentary of Lebanon and of how middle eastern countries are being destroyed and what can save them. Pointing out the country's problems like; nepotism, inequality in chances, absence of human rights and law & order, pollution and treason by politicians, the documentary breaks my heart. Even more heart-breaking, the only commonality is not the use of word "yani" in both languages but the sad situation of both countries; turning into rack and ruin in the absence of a cultural revolution.





Land for sale


It's such a shame that Lebanon was ripped apart by ideological differences and been played by other countries. But it's the people's fault who sold out their country. Lebanon is talked about as a failed experiement; where people from different religious and political roots were supposed live together in the Middle East. It's an insult to talk about a country as others' a guinea pig. Sadly, it's true that they've got played by others and sold out their country leaving this as country's global representation. 





Tuesday 6 December 2011

Üstün hocadan bir inci daha: Yuvayı dişi kuş yapmaz

Üstün hocadan bir inci daha: Yuvayı dişi kuş yapmaz

Kuşların bazılarında (i.e. martı) erkek kuşun tek başına yuvayı yaptığı görülmüş ama genelinde dişi kuşla erkek kuş birlikte yaparmış yuvayı. Yavrular doğunca da dönüşümlü bakıp beslerlermiş. Şimdi o kuşlar, kuş beyinleriyle yuvayı birlikte yapmayı akıl ediyorlar da 400 milyar yıldızın kendi için döndüğü* o insanlar nasıl akıl edemiyor.

* Astroloji başta olmak üzere akla, mantığa ve pozitif bilme uymayan herşeyi elegant bir şekilde ezen Üstün hoca, 400 milyar yıldızın kol kola girip insanoğlunun psikolojisini ve geleceğini etkilemek için var olmadığını değinmişti.

Sandelyenin kenarında oturmamak lazım

Felsefe çok havalı bir kelime bir o kadar da ağır, anlamlı.

Üstün Dökmen bugünkü konuşmasında insanın hayat felsefesinin ne olması ve ne olmaması gerektiğine dair anlamlı mesajlar verdi.

Adam doğru söylüyor beyler. İnsan sandalyenin ucunda oturmamalı. Her an kalkıp koşacak gibi; yetişmesi gereken şeylerin peşinde, o anı rahatsız - iğne üstünde, ayaklarını uzatmadan oturmamalı.



Dinlerken bunları, geçen okuduğum bir tivit geldi aklıma "bütün gün ayaklarımı uzatmadığımı fark ettim.Öğün atlamak gibi bir şey bu..", hafif bir rahatlama geldi üstüme ayaklarımı uzatarak oturdum.

Hayatta da böyle yaşamak gerektiğinden bahsetti Üstün hoca. Sürekli stres kafasında, bir şeylere yetişmeye çalışmaktan aslında ne yaptığını unuturcasınahayatın ucunda oturmamalı.


Tüm salon bacaklarını uzatıp da öndeki sandalyeyle aramızdaki yere bacaklarımız sığmayınca dedim "çok iyi kafalardaki insanları takip ediyorum ben beeeah".

O neyse de, gerçekten hatta seriously, sandelyenin ucunda oturmamak lazım. Misal ben, sekiz şeklinde otururum sandelyede. Hatta şık restoranlarda, tiyatroda, misafirlikte ve benzeri yerlerde önce has..tir der düzgün oturur ilerleyen dakikalarda sandelyeye sığamaz sekize bağlarım. Yerleşiğim hayata. Ama gel gör ki, bazen andalyenin ucunda, kıyısında köşesinde iş yapıyorum. Hiçbir şekilde ne yaptığımı sonradan hatırlayamıyorum ki aslında fil gibidir hafızam. O emaili gönderdim mi çıkmadan, o exceli nereye kaydettim, formüle hangi hücreleri dahil ettim filan zıkkım hiçbir şey hatırlamıyorum. Tabi ne denli keyif alarak iş yapıyor olduğum tartışmasız(!) Şimdi bunu yaz bi' köşeye, bundan sonra hem o tivit hem bu felsefe aklına gelsin gelsin, tekrar ederek öğren, öğrenilmiş davranış yerleşsin, chillax modu default yap.

Zaten fonda sürekli goodmorning çalsa william fitzsimmonsdan rahat edecek herkes de substance abuse yapmadan o kafa gelmiyor adama ya.

Oha, bu arada, plaza mlaza ama yine de şirketi tuttum bugün. Üstün hocayı getirmek başlı başına mindset'in fena olmadığının göstergesi ki bi de adamın mobbing gibi "..şşt.. şşt" kategorisindeki bir konudan bahsetmesine eyvallah demek baya iyi. Bir plazanın tüm karakteristik özelliklerini gösteriyor ama arada insana "bak o yönüne eyvallah" detirtiyor. I appreciate that!

Atlassian'ın kendini bozup Sarah'ın istifa ettiği bir yüzyılda yaşıyoruz en nihayetinde.

Rahat kafası o kadar kolay gelen bir şey değil bu arada. Kişinin leverage pointi organize, sonraki adımın ihtimallerine hazırlıklı olmak gibi rahata biraz mesafeli konumlanmış bir kafa olunca, zor.

Bakıcaz. Ama "baktın mı olmuyor, bakmayacaksın" stayla değil. Baya bakıcaz.


Friday 18 November 2011

Plaza Cuması

Abstract
"Plaza İnsanları" diye dalga geçilen şeyin doğruluğunun yanısıra seni de kapsama alanına aldığının farkına varan gencin iç hesaplaşması..

Plaza Cuması

Plaza hayatında Cuma, İslam'daki gibi Perşembe gecesinden başlar. Ertesi günün Cuma olduğunu bilen plaza insanı Perşembe gecesi ne pahasına olursa olsun, i.e. işler bitmedi diye 11e kadar mesaiye kalsa bile, kafasını yaşar. Perşembe'den belli olur yani Cuma'nın gelişi.

Perşembe gecesi haftanın diğer gecelerinde yapmadığı şekilde enerji harcayan ve rahatlayan plaza insanı, Cuma sabah alarm çaldığında "ulan az daha uyuyayım, olmadı geç giderim" diye geçirir içinden. Ne de olsa, Cuma sabah herkesde bir gevşeklik vardır. Herkeşler kahvaltıyı aynı "amaaan, ne de olsa geç gelir herkeş" mantalitesiyle uzatır. Masa başına gelindiğinde ise, her zamankinden daha uzun süre 9Gag olsun, fB olsun 'odaklanma öncesi, odak dağıtma' aktivitesi gerçekleştirilir.

Gün içerisinde, 'ara ara' diye tabir ettiğimiz 'her 40 dakika da 1' periyoduyla yerine göre fB yerine göre ekşi yerine göre de tumblr'da takılmak için elde ki iş yarım yamalak yapılır. Gerçekten de, Pazartesi ve Cuma günü üretilen arabalara binmemek lazım! Ne zaman ki, beynin gerçekten zahmet edip çalışması gereken (otomatiğe bağlayığ yapılamayacak) bir iş çıkar, hemen "haftaya bi meeting set edelim, discuss edelim bunu. gerekli planlamayı yapmadan yola çıkmayalım" denir. - my fav. quote!

Öğle yemeği, sanırsın 7 course dinner party, net 1 saat 40 dakika sürer. Yemek sırasında yemekten, asansör sırasında asansörden, kahve sırasında kahveden şikayet eden mızmız plaza insanı, tüketici şikayeti geldiğinde de tüketiciden şikayet eder öğle yemeğinde.

Rehavetle masalarına dönen plaza insanları, hemen bir fB açar. Zaten yemek sonrası herkes kulaklık takar. Sanki, müzik dinleyip çok konsantre bir şekilde iş yapacaklar, hıh! Herkeş fB'a post edilen komik videoları izliyor halbüse.

Öğleden sonra kahvesine inilip, arka arkaya 3 sigara yakıldıktan sonra masalarına dönerken plaza insanları, o bitmek bilmeyen asansör bekleme sırasında sanki tüm gün çok yoğun çalışmışçasın 'aman da pek yorgunum, hemen haftasonu başlasın istiyorum' temalı baygınlık konuşmaları yapılır.

Saat 16.00 itibariyle tamamen zamana oynamaya başlayan plaza çalışanı, kısa süreli vicdan azabı çekmek suretiyle 16.20 - 16.30 arası bir iki email cevaplar. 16.35 itibariyle zaman artık ne telefonlara cevap verir ne emaillara ne chatlere. Bu esnada, hala yapması gereken işler olan diğer insanlar hiç mi hiç düşünülmez. 17.00 itibariyle tasmasını koparan plaza insanı koşar adım plazyı terk ederken 'bu ay da maaşı aldık' haydi kredi kartına yatıralım felsefesini 'nasıl yoğunum ilemezsin, bu iş insanı çok yoruyor' olarak dile getirir.

Bunları uzaktan izlerken, 'has..tir, okulda case studyleri işlerken kimse bana bundan bahsetmemişti' diye düşünüp ihanete uğramış gibi hisseden genç yetenek ise zamanla asimile olur ve bunun farkına bile varmaz.

Özetteki, "iç hesaplaşma" gerçek anlamda hiç yaşanmaz. Yaşansaydı zaten şimdi plaza insanı grip gibi yayılmazdı. Sanırsın, plazanın havalandırma sisteminden yayılıyor bu virüs! İnsanlar bir gaz iş hayatına girip sonra 'herkeş' gibi oluyor. Mind set; Ben çalışıyorum da başka kimse çalışmıyor. Ondan ben de herkeş kadar çalışıcam. Enayi miyim aq?! olduktan sonra tabi ki her yeni gelene 'zamanla alışır' denir. 'Ben bunun için mi okudum uleeeyn?!' isyanı, maaş yattıktan 10 dk sonra kredi kartı borcu ödenirken bastırılır.

Bu yüzden taksitli alışveriş yapmıyorum mesela.

Tuesday 8 November 2011

Grand Opening: Ehl-iKeyf.tumblr.com





Geçen hafta cimriliğinden "bi bluz 650 TL olur mu aq" mottosuyla designerlığa soyunan Yaso, bu hafta bir tumb1r açmaya karar verdi.

Daha tumblr'a "tambir" demesinin şokunu atlatamadan ben blogunun özellikle yeme-içme, gezdiği yerlerde çektiği fotoğraflar ve oradan-burdan bulduğu paylaşmaya değer şeyler üzerine olacağını declare etti.

Your majesty shall share what she finds amusing yani LOL

Yasocumun instagram kullanmasını garipsediğim kadar, blog yazmaya karar verdiğinde tercihini tambir'den yana kullanmasına şaştım. Hatta şaşaladım!

Friendfeed vs. twitter diye anlatırken yicit SMAKHAS 1'de teknik farkları anlattıktan sonra biraz da buraların çocuğu olanlar friendfeed'de başlamıştır sonradan gelenler twitter'a doluşmuştur havası çizmişti. Hardcore social media leadler friendfeed'i bilir yani. Haa, illa twitter hesapları da vardır, hatta sync edilmiştir bu iki hesap ama friendfeeddir bu işin asıl yeri.

Benzer söylemler tumblr için de yaratıcılık & orijinalite bağlamında geçerli.

Friendfeed'i nasıl hardcore social media leadler kullanıyorsa tambir'i de cool çocuklar, enteller, sanatsal şahsiyetler, trendsetterlar a.k.a. original people kullanıyor. + koccaman bir -DU lazım buraya =)

Orkan'a retweet'i babama sosyal paylaşım mekanizmasını anneme cloud'u ablama da tambir'i ile facebook'unu synclemeyi öğrettikten sonra üzerine düşen görevi tamamlamış olmanın verdiği haklı gururur yaşıyorum şu an. Evinizin (iş yeriniz de olur) kadrolu "teknisyen"i göreve hazırdır efe'm!

>> Babam beni teknisyen sanıyor ya baya baya teknik bir iş yaptığımı düşünüyor. Tabi bunda bir usb girişinden iPad, öbür usb girişinden wildfire bağlanmış bir laptopta bir yandan youtube videolarını mp3e çevirip bir yandan torrentden film indirirken iPhone'umda kelime avı oynuyor olmamın payı büyük. Ama bir anlasalar bunun konumuzla alakası yok. Yani, I don't speak Java or anything.

Evde, socially awkward penguin gibiyim biraz; kullandığım terimler anlaşılmıyor, görüşlerim unorthodox bulunuyor, 'küçükken de barbie bebekle oynamayı sevmezdi zaten' diye konuşuluyor ben üst katta 'bilgisayara kapanıp' bayram ziyaretine gelen misafirlere merhaba demeye inmediğimde. Ayy çok güldürüyor bizimkiler beni! Alt kata inip youtube'dan Altın Hızma Mülayim açınca herkes mest oluyor. Hatta, babam türküyle aşka gelip 'acaba sana bir iPad daha alsak mı, biri işte durur biri evde, götürüp getirmek zorunda kalmazsın' dedi, koptum orda!

Back to topic
Yaso'nun artık bir tambir'i var. Nasıl bir canavar yarattığımı hayretle izleyip kendisini esefle kınayacağım.

"Grand Opening" de hep bana Jay Z'yi hatırlatır.

The Man from Earth



Filmde tekrar tekrar düşünülecek noktaların başında zaman geliyor.


Zamanın tanımı çok düşündürücü; bir nano saniye önce olduğumuzla şimdi oluşumuz ve bir nano saniye sonra olacağımızın subjektif varoluş farkındalığı.. ya da buna benzer bişi diye geçiyor filmde. Subjektif oluşunun ve farkındalık tabanlı bir kavram oluşunun altı çift çizilmeli. Eski bir kavmin zamanı bir manzara olarak tanımlamış olması çok mantıklı aslında. Önümüzde ve arkamızada uzayıp giden bir manzara.


Varoluş ile ilgili tartışmalara, asla ispatlanamayacağı gibi asılsız da çıkarılamayacak bir bakışla, "yaratılmadı, sadece vardı" argümanıyla katılması biraz hafif kalmış sanki.


LaPlace'dan alıntı yaparak "Böyle bir hipoteze ihtiyacım yok, ama belki de vardır" diyerek

'yaratan'a atıfta bulunuyor ama contextinden çıkarılmış her alıntı gibi yanıltıcı oluyor. (quote is to misquote) Çünkü, Napolyon tanrı bu sistemi nasıl yerleştirdi diye sorduğunda böyle bir hipoteze ihtiyacı olmadığını söylerken LaPlace aslında tanrı yoktur demediği, sadece tanrının bilmin yasalarını disturb etmemek için karışmadığını söylemeye çalıştığı düşünülüyor. ama belki de gayet düz 'tanrı yoktur' demiştir. asla emin olamayız.



Film emin olma/olamama kavramı üzerine de güzel oynuyor.


Filmin varoluş ile ilgili bakış açısına öbür dünya yoksa inananlar boşa çabalamış ama varsa inanmayanlar daha büyük sıçtı diyip sırtını dönebiliyor insan. Tabi, bu inanan kavramı her dine göre değiştiğinden kapsamı biraz şaibeli. --- Geçen bir yazı okudum. Bir sınavda cehennem endotermik midir egzotermik mi diye sormuş hoca ve cevabını da fizik kurallarına göre açıklamalarını istemiş öğrencilerin. O yazıda, cehennemdeki ruh sayısının hesaplamaya çalışırken birkaç güzel gönderme yapılıyordu dinlere; her din, kendi dinine mensup olmayanların cehenneme gideceğini iddia ediyor ya. Bu hesaba göre cehennemin her türlü baya kalabalık olacağını öngörebiliriz.



Varoluş argümanı çok tatmin edici olmasa da dinlere getirdiği bakış inanılmaz.



İsa ve Herkül'ün aile ağaçlarının birbirinin tıpatıp aynı olması gibi ahitte anlatılanların mitolojiyle yadsınamaz paralelliğinin altını çizişi çok şık olmuş. Sadece, hristiyanlığı hedef aldığı söylenemez. Genel olarak din metasını eleştiriyor. İnsanları korkutmak/etkilemek için din kapsamında anlatılan hikayelerin nasıl da çarpıtıldığını ince ince işliyor.


Tüm dinlerin temelinde, self discipline; nefsi terbiye edip nimetlerden uzak durarak spiritual bir üst seviyeye çıkma konsepti var. Film, yok öyle bir şey. Ben just be good dedim onlar abarttı kafasında yansıtıyor. Hatta, dini hayatta kalma yolları ve umut dağıtmak ile eşdeğer tutuyor. Kiminin saygısızlık olarak nitelendirebileceği (ki filmde acayip annoying bir kadın karakter tarafından tekrar tekrar böyle nitelendiriliyor) bu argümanlar bence filmin en kuvvetli yönü. Dini, tarihi ve mitolojiyi bilmeden literally kulaktan dolma hikayelerle önyargılar geliştiriyoruz ve the man from earth, tüm bu "bilmediklerimizi" sorgulatıyor.


Naaaaaaaays movie!

Wednesday 19 October 2011

Its not living, its existing.

Ben sadece haftasonları gazete okurum.
Ana haber bültenini nadir izlerim. - en son izlediğimde tüm kurmaylar istifa ediyordu sen ordan hesap et.
Sabah ofise gittiğimde eğer alel acele iş yetiştirmiyorsam ya da bir toplantıya koşmuyorsam kahvaltımı yaparken mashable'a, twitter'a "şöyle bi" göz atarım. Sonra iş çıkar, okuyamadığım yazıları işaretler öğlen yemeğe çıkmadan bakmaya çalışırım.
Keyifli, sakin bir pazar; Yılmaz Özdil yazılarını ve Radikal'i okuduktan sonra Thought Catalog'u okuyup bir iki TED videosu izlemektir.

Benim gerçekliğim budur.

Bugün TR'nin gerçekliği rol yapıyor. Olmadığı bir şey gibi gösteriyor kendini.
Hepimiz terörü lanetliyoruz. Ama aslında bu rol yapmak.

Nasıl bir çuval pirince oyunu satıyorsa hor gördüğümüz vatandaş, aslında hepimiz satıyoruz bu memleketi. Birkaç günlük bir buzz yaratıyoruz konvansiyonel ve sosyal medyada sonra gerçekliğimize geri dönüyoruz. Lafı açıldığında şiddetle kınasakta yanlışları gerçekliğimiz değişmiyor. Hepimiz satıyoruz bu vatanı.

Organize olmuyoruz. Şikayet ediyoruz ama değiştirmek için harekete geçmiyoruz. Basiretsiz yahu!
İstikrarlı hiç gitmiyoruz. İsyan ediyoruz ama günübirlik.
Lafımızın arkasında "sözde" (ama sadece sözde) duruyoruz ama aksiyon almıyoruz. Değişmiyoruz böylelikle hiçbir şeyi değiştirmiyoruz.

Hepimizin gerçekliği oyunu karnını doyurmak için satan vatandaşla aynı; hayatımızı sürdürmek için gereken bare minimum neyse onun için satıyoruz vatanı. Kolaya kaçıyoruz.

Hükümetin vergisini topladığı vatandaşına yaptığı haksızlıkları - bu çok geniş bir kavram - ve ihanetleri, yozlaşmışlığı ve ülkedeki terörü kınıyoruz.
Ama organize olup harekete geçmiyoruz. Değişimi demand etmiyoruz.
Sonuç: normalleşme.

Biz bu hypeları yaratıp status quoyu değiştirmek için harekete geçmedikçe algımız bozuluyor.
Artık şaşırmıyoruz. Normalleşiyor.

Şehit oluyor gencecik insanlar tekrar ve tekrar. Hakkımız yeniyor tekrar ve tekrar.

En fazla "Bu laflara karnımız tok" diyoruz, hatırlatıyoruz birbirimize "bakın daha önce de böyle oldu ama hiçbir şey değişmedi" diyoruz, ayıplıyoruz 'değiştittirmeyenleri' ama yine organize olup değişimi talep etmiyoruz. Değişimi zorla, çeke çeke getirmiyoruz bu memlekete. Hor gördüğümüz araplar baharını yaşıyor, takdir ediyoruz ama kendimizden utanmıyoruz.

İçimiz sızlıyor ama 40 gün sürmüyor bu. Sonra hepimiz gerçekliğimize dönüyoruz.

Bugün webrazzi summit'e giderken (benim gerçekliğim bu işte) yolda twitterdan şehitleri haberini aldım. Hype'ın boyutunu ise twitterda kesilen yayınları, ertelenen yeni dizi bölümnlerini yine twitterdan okuyarak öğrendim, tabi bir de fB newsfeedime bakarak.

Ben bu hype'ı kınıyorum.
Geçen hafta da hükümetin zamlarını kınıyordum.
Öncesinde dinin devlet işlerine karıştırılmasının ikiyüzlülüğünü ve yozlaşmışlığını kınıyordum.
Arada internet yasaklarının nasıl bir haksızlık olduğunu, devletin vatandaşını istismar edişi olduğunu kınarken arap baharına ibretle bakıp mobilize olmayan bizi kınadığım da oldu.

Uğruna inandığı değerler için (bu din olur vatan olur kişisel profesyonel başarı olur insan ve/veya hayvan hakları olur fark yaratmak olur) yaşayan ve onlarsız bir hayatın yaşamaya değer olmadığını davranışlarımızla gösterecek kadar hayatta (bir amaca) adanmışlığı olan insanların soyu mu tükendi? TED'deki a life of a purpose videosundaki gibi "elimizde" ne olduğunun farkına varıp onu "olması gerektiği" şekilde kullanmak için gerekli hayatı nasıl yaşadığımızla ilgili sorgulamaları yapmıyoruz kendi kendimize.

Bir purpose'a adanmışlığımız yok bu yüzden de hypelar normalleşirken farkına varmıyoruz.

Here is the mind path that led me here:

26 şehit, 70 milyon yaralı - at Çukurova (fB places check in'i ile)

Bu postu gördüğümde içim sızladı. Sonra az öncesinde okuduğum Yılmaz Özdil'in "sözde" ermeni soykırımıyla ilgili gençleri harekete çağıran yazısına gitti aklım. Hükümete sinirlenince aklım arap baharına kaydı. Topluma sinirlenince toplumun neler yaptığını düşündüm. İnternet yasakları için yapılan protesto yürüyüşlerinin ve benzeri "aktivite"lerin belki de az da olsa işe yaradığını ve yasakların "hafif"letildiğini, ertelendiğini hatırladım. Sonra aklıma geçen haftaki zamlara geldi. Tabi, hemen, devletin topladığı vergileri vatandaşına geri vermediği sağlıktan eğitime birçok alan geldi aklıma. Scale edip bunu, dünyada olan tüm haksızlıklara kadar gidince aklım insanoğlunun hayatı literally boşu boşuna yaşayan genelini kınayıp kendime döndüm.

Ben, "mutlu bir aile hayatı için", "profesyonal başarı ile gelen tatmin için", " 'Allah'/cehennem korkusu yüzünden", "hayata olan radikal bakış açısının özel hissettirmesiyle gelen tatmin için", "bilim için", "karnını doyurabilmek için", "tüketim için: daha iyi standartlarda yaşayarak tatmin bulmak için", hayatı ne için yaşadığını sorgulamaktan vazgeçip pasifize olmuş bir şekilde yaşayan bir insan olmayı reddediyorum.

En zor şeyin, insanın düşüncelerini toplayıp(gather) öncelik sırasına göre sıralaması (funnel) ve onu aksiyona dökmesi olduğunu reco letter üzerinden anlatan bir eğitim almıştım çok yakınlarda. Bunu iş için yapmak öğretiliyor da insanlara, insanlar bunu hayatlarına uyarlamıyorlar.

Yaşamın anlamı ve senin yaşamdaki amacının ne olduğunu sorgulamadan beyhude geçen ömürler.

Bu sorgulamayı yapsan, aksiyona dökmek içten gelir ve durdurulamaz zaten.

Biz yüzeysel bir şekilde, birşeyleri kısa süreli kınıyoruz, hiç "gerçek" organize aksiyonlar almadan.

Hayatta bizi nelerin mutlu ettiğini düşünüp hayatımızı onu provide edecek şekilde kurguluyoruz da bizi mutlu eden şeylerin arkasında yatan motivasyonlara bakıp greater ideanın ne olduğunu sorgulamadan, çok superficial kalıp sadece kınıyoruz.

Ben ne bu haksızlıklara, ne hayatın gerçekliği olan "kayıpların getirdiği acılara" ne de bunlara kayıtsız kalmaya tahammül ederek yaşamamı sağlayacak kadar geniş bir mezhebe sahip değilmişim, onu anladım.

Its not living, its existing.

- P


Tuesday 21 June 2011

Akıllı olmak lazım, farkında olmak lazım (!)


Kabul edilemez birçok şey çaktırmadan normalize oluyor.
Farkında olmak lazım!
Sorgulamadan kabul etmemek lazım.
"Hayır" diyebilmek, sesini duyurmak, bunun için çabalamak lazım. - susup oturmaktan iyidir!

Wednesday 15 June 2011

Travel Often: Getting Lost Will Help You Find Yourself - Amsterdam loading

Its the long waited, expected to be perfect I am sterdam triB

2011'in mottosu "Travel often: getting lost will help you find yourself" kapsamında Haziran ayında I am sterdam'dayız.

2011'in sonradan çıkan, bizi hazırlıksız yakalayan, benimsemesi - içselleştirmesi daha zor olan mottosu "Change is good..Embrace it!" kapsamında hayatımıza giren Selicin'in de the perfect I am sterdam tribinin bir parçası olacak olması ayrı bir heyecan!

HepAmaHepAğır ile ne kafalar yaşayacağız belli değil!

Peki, valize ne koyacağız?!

Thursday 9 June 2011

The Elephant

Depresyona girmeye hazırlanıyorum.
Bir fırsat bulsam, aynı bu arkadaş gibi vurup kafayı yatacağım ve dünyayla ilişiğimi keseceğim.
Küsüp gideceğim.
Uyuyup unutacağım.


Depresyondan çıktığımda da i'll be this fella!



Wednesday 1 June 2011

Change is Good..Embrace it!


İveeeet sanmıştık ki 2011'in mottosu "Travel often: getting lost will help you find yourself" olacak ama kısmet! Meğer, mottomuzun "Change is good..Embrace it!" olacağı varmış..

Bir numaralı HepAmaHepağır'ın tanımlamasıyla S.E. (a.k.a Selim Effect) başlı başına bir paradigm shift zaten. Bir de üstüne ev değiştirme.. Bir sonraki hedefim de din değiştirme (!) anasını satayım bi o kaldı aq değişmeyen!

HepAmaHepAğır'la değişimden korkmaktan konuştuk. Ahh gözünü sevdiğimin alışılmışlığı, düzeni, 'bilme' hissi! Ne kadar da tedirgin ediyor, korkutuyor insanı "bilinmeyen".
Ama benim bu limbo kafasına hiç tahammülüm yok asıl!
Belirsizlik eywallah büyük sıkıntı, böyle götüne güvenip risk almacalar borozan çalmacalar filan zor tabi ama kararsızlık, arada kalmak; arafta kalmak gibi, tepkisizlik gibi biraz, insanın oksijenini alıyor, böyle 'sucks the life out of me' dedirtiyor, boğuyor.

Benim bi' "verdiğim karar doğru karardır" kafam var.
Şimdi, Allah içimize sindirsin artık!

Önce "ha oldu, hadi noldu" dönemi var önümüzde. Geçişler uğraştırır ya insanı.
En basitinden o ev temizlenecek te boyanacak ta yeni eşyalar taşınacak ondan sonra yerleştirilecek ve bakalım keyifle oturabiliyor muyuz oturamıyor muyuz ancak o zaman bakacağız duruma. Yani, belirsizlik ('hadi biz bu riski aldık ta return noldu???' sorusunun cevabı) belirsiz olarak kalmaya bir müddet daha devam edeceği gibi arada extradan enerji sarf ettirecek bir sürü de şey olacak. Bunları düşünüp proportiondan çıkartmamak lazım biraz kervan yolda düzülür zihniyeti gerek bu noktada.

Sonra yatışacak elbet bu dalgalı dönem, su akıp yavaş yavaş yolunu bulacak, göreceğiz aksiyonlarımızın ramifikasyonlarını o zaman. İnşallah, memnun oluruz göreceğimiz resimden. Olmasak ta o resim benim olacak, bu da önemli.

Change is good yaaa embrace etmeli!
Embrace edince zaten bu baş ağrıları geçecek, içimdeki huzursuzluk dinecek.
Karar almaya korkmamalı, karar alamamak daha büyük eziklik.
Her zaman bir opportunity cost var zaten ama değer de bizim biçtiğimiz birşey, algımıza has.
Bir şeyi seçmek diğer tüm opsiyonları terk etmek, öldürmek olmasaydı 'doğru' şeyi seçtiğimizi anladığımızda bu kadar tatmin olmazdık.
Buradaki tek sıkıntı algımızın değişkenliği. Bugün X gördüğünü yarın Y yorumlayabilirsin. Algın, değer yargıların değişebilir.
Allah önce düşük gördüğün opportunity cost'u zamanla algınla oynayıp büyük göstertmesin! diye dua etmek en sağlıklısı belki de.
Bir de kararları vermek lazım, kendi kendine.
Çok düşünüp baş ağrısında çığır açmamak lazım.

Bir sufi öğretisinde de dediği gibi " 'Düzenim bozulur hayatımın altı üstüne gelir' diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını? "

Thursday 19 May 2011

Yalnız..nefes demek te yasak

Obama'nın başarısının arkasında yakaladığı business opportunity var: Gençler
USA'de gençlerin oy kullanma konseptine karşı kayıtsız olduğunu çünkü siyasetçileri kendilerine yakın bulmadığını ve değişim olacağına inanmadığını biliyordu. Bir de gençlerin TV, dergi yerine sosyal medyayı takip ettiklerini biliyordu.
Nihayet CHP de fırsatı görmüş gibi duruyor.
Umarım "hah, bak bu pas gole gider" den daha derin motivasyonlarla yapılmıştır bu iş.






Peki o nasıl bir atar yapmadır??!?!

2023 benim arkadaş, o da sana yasak(!)

Tuesday 17 May 2011

15 Mayıs - İnternetime Dokunma




Sanırım 15 Mayıs İnternetime Dokunma yürüyüşünün sebebini en iyi özetleyen anlardan biri bu.




did you mean??! işte bu gelinecek noktayı baya net açıklıyor koccamanbir soru işareti (?)





Üslup birçok şeyden önemli değil mi?! Ne günlere kaldık Yarabbi!
"Where are your manners??!" diye tepinesim gelmişti ilk duyduğumda hala cinleniyorum(!)
Tabi bir de "Sen kimsin böyle birşey söylersin?!" durumu var.. ehh, hakkındır o zaman bu!





Semantic Web kafası daha doğru düzgün oturmamışken yasaklı kelimeler listesi çıkarmak kimin haddine?! Sansür konseptini çoktan geçtim!



Bu ekip güzel bir noktadan ele almıştı mevzuyu.

Sonucun değişmeyecek olmasından daha önemli tek şey kafamızın bu değişime "dur" diyor olması belkide. "Yürümek neyi çözer?" diye düşünmektense "tepkisizlik" senden neleri alıp götürdüğüne bakmak lazım.

Tuesday 26 April 2011

Travel Often: Getting Lost Will Help You Find Yourself - GAP episode



Her ay bir seyahat şart!

İnanılmaz etkileri oluyor insanın üzerinde..

Nisan 2011 Travel often: getting lost will help you find yourself konseptimiz kapsamında fıkra gibi bir gezi yaptık. 4 İKcı 1 Pazarlamacı.. fıkra gibiydi gerçekten de.

Sabahın körü saatindeki uçağımıza yetişmeye çalışmamızla başladı herşey. Tabi, ben yine HepAmaHepağırlarda uyuyakalmıştım :)

Antep'e indiğimizde Hepatoloji temsilcimiz karşıladı bizi. Bilen biriyle gezmek farklı hocam!

İmam Çağdaş rocks!

Yani, tamam yemeyi içmeyi seviyorum da bir daha hiçbir şey yemeden sadece İmam Çağdaş'ta baklava ve fıstık dolması ile yaşayabilirim.

Zeugma müzesindeki mozaikler enteresan bir kafaydı ama şansımı seviyim; müzenin açılış günüydü ve daha tamamlanmamış mozaikler vardı. Hemen kitledim çalışan ekibi. Bir güzel anlattılar bu mozaik işini nasıl yaptıklarını. Amcamlar, yer altından çıkarıyorlarmış parça parça bu mozaikleri sonra eksik bölümlerindeki deseni tamamlıyorlarmış. Tam deli işi!

Urfa bizim için Balıklı Göl'den ibaret. Menengiç kahvesi yeni favorim. Ayrıca, Canlı Para sorusu olan "Balıklı Göl'deki balıkların cinsi nedir?" sorusuna gönül rahatlığıyla "Sazan" diye cevap verebilirim.

Mardin'de bir yer var; böyle aşağısı Suriye (!) Peki hacı o zaman yukarısı da Rusya :) Ne kafalarda bu insanlar belli değil ya. Ama Antik Sur restoran'daki halay şovumuz eminim ki Mardin sakinleri tarafından uzunca bir süre unutulamayacak :) Ben ki halk oyunlarından hiç anlamam çeşitli halay tiplerini hızlandırılmış şekilde öğrendim ve uyguladım.

Midyat'taki Dünya Et Lokantası gelmiş geçmiş en salatayı yapıyor. Aşçı, salataya nar ekşisi, şalgam suyu, limon suyu ve kola koyuyormuş. Yaratıcılığa gel! Kimin aklına salataya kola koymak gelir ki?!?

Hasankeyf güzel bir yer ama iyi ki bu mevsimde gitmişiz. Çok kurak her yer; gölgesinde dinlenecek bir ağaç bile yok :(

Gezi boyunca iki tane genç rehberimiz oldu. Biri Hasankeyf'i tanıttı bize diğeri Midyat'ı. Bu çocuklarla tarih dersinde olmak Shakespeare ile İngilizce dersinde olmak gibi birşey olur! Kaymakamlık güzel eğitmiş çocukları.

Midyat'ta Süryani bir ailenin evinde kahve falı baktırdık. Cesarete bak! Memleketin "tehlikeli" adledilebilecek ucunda, 5 kız, elin evine hem misafir oluyoruz hem de kahve içiyoruz. Adam bizi kesse ilk fark edecek kişi taksi şoförümüz olacak :) Ayy bir de hijyen algısı bizimkinden çok farklı oradakilerin. Kim bilir ne suyuyla yapıldı o kahve, fincanların temizliği hakkında zaten hiçbir fikrim yok!

Tabi ki, her falda olduğu gibi içimizi okudu falcı! Onu geçtim söyledikleri bir bir çıkmaya başladı, herkes panikte. 1.5 saatir filan telefonda "hacı inanmazsın falcı demişti ki.." şeklinde cümleler kuruyoruz. Resmen eğlence çıktı bize :)

Bir dolu kilise gezdik, ritüeller öğrendik ama Pazar ayinine giremedik :( Güvenlik sebeplerinden ötürü önceden adını yazdırmayınca ayinlere almıyorlar insanları. Nasıl bir psikoloji ya?! Zor!

80 günde devr-i alem gezimizi bitirip İstanbul'a döndüğümüzde herkesin aklında tek bir şey vardı: Pınar doymak bilmiyor! Kesintisiz yemek yedim. Yok bu koyun eti kokuyor, aman bu acı, ayy bu çok yağlı demeden, hiç ık bık etmeden herşeyin tadına baktım. İşin güzel tarafı tam benim damak zevkime göreydi! Allah'ım beni ömrümün bir bölümünde sadece tebule, Dünya et lokantasındaki salata, Urfa'daki çiğ köfte ve İmam Çağdaş fıstık dolması ile beslesinler!

Wednesday 13 April 2011

Travel Often Getting Lost Will Help You Find Yourself: GAP episode loading




Travel often: getting lost will help you find yourself konseptimizin 15 - 17 Nisan bacağında Antep - Urfa - Mardin seyahatimizle karşınızdayız!

Bilindiği üzere Mart ayında Kartepe'de ufak çaplı bir kayak kaçamağı ile şenlenmiştik.
Hele de bol karda tek ayak kayarken bir boardcunun yere basan tek ayağımı da yerden kesmesiyle hızlanan seyahatimiz ufak çaplı morluklar ve kas ağrıları ile overall'da kazalı ama belasız bitmişti.

Şimdi heyecanla fıstık, baklava, kebap yemeye sürme ve gümüş almaya biraz da Hasankeyf olsun Balıklı Göl olsun yurdumuzun incilerine bakmaya hazırlanıyoruz.

Yine bir gaz I am sterdam organizasyonları yapılıyor olması da ayrı bir helecan :)

Çok sindirmiş bir kafa: Kaybedenler Kulübü



Kaybedenler Kulübü is a must!

"Bunlar neyin kafasını yaşıyor hacı?!" diye geçiriyor insan içinden.
Serbest çağırışım yapıyorlarmış! Hah, abi adamlar çok tatlı muhabbet ediyor..

O ne relax, ne lounging, ne tam, ne sindirmiş, ne dingin bir hayat.

Ayrıca, ben de öyle bir anne-çocuk ilişkisi istiyorum.
"Sana verdiğim kitapları okudun mu? En çok hangisini beğendin?" ardından o kitabın onu en çok etkileyeceğini düşündüğün kısmından bir alıntı.

Eski western filmleri üzerine benzer bir ilişki babamla aramızda olabilir ama annemle zor..hele bir de benim kitap okumadığım düşünülürse :) Neyse canım ben de anneme beğendiğim blog yazılarını ve tweetleri yollarım. Ne de olsa survival of the fittest'ın derinlerinde değişime ayak uydurmak yatıyor!

Kapanışta bi "happilyeverafter" bi mesaj verme kaygısı efendime söyleyeyim bi vay anasını dedirtme çabası olmadan acayip şık bir şekilde bitiyor.

Radyo programı sırasında satır aralarında verilen o felsefeye kurban olayım! Pazar sabahları kahvaltıda cengiz ve HepAmaHepAğır birlikteliğinde başa sarıp sarıp izlemek istiyorum.

HepAmaHepAğır'da biz müzik açmak yerine London, Acı Aşk, Devil's Advocate vb. bir kültümüzü açarız arka planda ses olsun diye. Baya net bi müddet Kaybedenler Kulübü!

"Allah standarttan ayırmasın" ne güzel bir dua!

Değişiklik Zamanıdır

Way arkadaş ne kadar sindirmişler içlerine ne kadar zamanında ne kadar tam! ve ne kadar smooth işliyor. -- ben zaten filmin bitişine hastayım

Zirvede bırakıyorlar, dünyevi şeylere kapılıp esiri olmuyorlar, kendilerini "kurtarmıyorlar".
Farkındalar ama isyan etmiyorlar, değiştirmek için çabalamıyorlar çünkü istedikleri bu zaten.

Kendi yalnızlıklarıyla dalga geçtikleri gibi kaybeden olmayı içlerine sindirmiş, benimsemişler.
Çok fena bi gider yapma tribi bu.
Senin için değişeceğime sensiz mutsuz olurum daha iyi kafası yaşıyor Nejat İşler ve şikayetçi değil. ~ he holds on to his ground and sticks to his principles at the expense of excrutiating pain
Ehh, artık principalları ve kırık ruhuyla sindirmiş sindirmiş oturur yayın evinde!
Gerçi, her türlü iyi de olur çünkü o karaktere iyi gelen bu.

Ahu Türkpençe hiiiiç olmamış taaa!
Kendiliğinden cool gözükecek bir rolün var be kadın azıcık ta sen cool gözükebilsen.
Zaten ünlü depresif bir düşünürün kadınlar ile ilgili tezini doğruluyorsun;
Kadınlar önce sana aşık olur sonra aşık olmalarını sağlayan (a.k.a. seni sen yapan) özelliklerini değiştirmeye çalışır. + düşünürümüz eklemiştir ki değiştirip seni istediği hale soksa yine memnun olmaz kadın, biraz daha değiştirmek ister.

İnceden bir trade off "rutin vs. sıkıcı" VS "rutin vs. kalıcı"
Rutin olan sıkıcı oluyor ama rutine girmeyenin de kalıcılığı olmuyor.
Gerçi mesajı veren karakterin faili göz önünde bulundurulacak olursa pek bu dilemmaya prim vermemeli.
Tebdil-i mekanda ferahlık olduğu gibi "tebdil" genelinde güzel bir kafa.

Arada da saçma sapan bir iki ingilizce kelime sarf etmiyorlar mı, koptum!

Kaybedenler Kulübü Soundtrack List

BTW, My Woman şarkısını bunlar kendileri yazmış aq?!!

Sunday 10 April 2011

Balance



Work - Life Balance

Hah!

They simply just don't go together.

When you love two things its hard to divide your attention equally.
So, you just give 1/3 of your attention to each and the last 1/3 changes sides in accordance with the level of pain each gives you.

Both sucks for me now.

So, I reckon I'll deflect.
I know I'll lose my mind/or what's left off of it otherwise.

"Don't be afraid of your bad days since there is always a good morning afterwards
You shall be aware on your good days that they'll end eventually
so be ready for the upcoming storm"

Given the philosophy above, I'll pull myself together at some point.

Apansız uyanır düşlerin tek güzel yerinde
Ararım tadını eve dönmenin yolunu bilmenin


Houston, we have a problem: I'm broken


Bir günlük güneşlik bahar gününde daha hayal kırıklığı ve göğüs kafesi üzerindeki karabasan psikolojisiyle yine burdayız.

Over-analyzing the situations, patterns and feelings (of oneself and the other's)

Ya, gerçekten çok faydalı oluyor!

Once we're disaapointed in someone, why obssess about that moment of disappointed (the very pain of shattered hope) and try to find a way out of that disappointment.
Why not simply accept the fact, embrace the pain and move on? - obviously after some time

Ohh well, its either we're not programmed to accept defeat or we are the prisoners of our own feelings regardless of our logic.

The medicine of all disesases: TIME

Hah! medicine of my ass!

Time only gives us power that is enough to only get ourselves ready for another failure in the next phase of the same war.

One can think these through in their mind and reach to a conclusion; enough is enough, I'm off the game. - also translates into I'm off the hook.

But really?

Can we say for sure that we are done with the sick dynamic and ready to move on?

I reckon not!

Following the steps in the Kubler - Ross Model

* OK, I'm shocked with the recent development and I can't accept the fact that my dreams have been shattered down. I'm in denial. I try to find an excuse or look from another perspective.
Since, I'm no stupid I can't kid myself into a cover up story.

* Now, I'm angry. First, I'm angry at the other. I blame it all on the other. - Simply forgetting the signs that I chose to ignore and even the warnings that was directşy communicated to me.
Then, I'm angry at myself. Coz, I know that at the end of the day its my fault; I'm the only one who can inflict pain on me.

* I start barganing. I have false hope growing in me. I understand that its failed but if only I had.. At this stage, you better don't have the other asking for another chance. - Its so bvious that you're gonna fall for it.

* I'm depressed! Its certain that I didn't and will not get what I wanted. I now am officially broken. I feel myself slowly dettaching from the things of affection since I grasp the magnitude of my loss/defeat. I fully enjoy the feeling of emptiness and despair.

Ohh what I did to be able to come to this point? Its easy!

First, I realized that I lost it. Actually, never had it.
I felt unutterably sick.
So, I had my time to pull myself together.
I laughed at the situtaion. - trying to feel strong
Coz, experience is what you get when you didn't get what you wanted and experience makes you wise.

Then, I forced all the circumstances to create the best possible athmosphere for my acceptance of failure.
I slowly enjoyed the course of events that loudly said the unspokable: give up already! its just not you'd have hoped for. Things are not gonna turn out good. You're not gonna live happily ever after. In fact, I'm pretty sure that you're gonna grieve for a good deal of time and possible never be happy. -- Define: Happy --> Be ignorant enough to fall for movie style feelings of euphoria. --

YOU JUST CANNOT UN-LIVE THAT PART OF YOUR LIFE

Better find a way to make peace with it or somehow learn to live with it.

It looks like I'm not going to reach to the final stage of grief where you have hope again anytime soon.

But, I've gotta admit its such good timing given the upcoming week's agenda.
Now, I've got two failures in my hands.
I literally am defeated in all fronts.
And I've got no choice but to suck it up.
Yeah, this feels pretty heavy on my soul.
Yeah, I want to paint it all black.
and I know it'll still sparkle.

Friday 8 April 2011

Miral





Its about a Palestinian girl growing up in the middle of the Arab- Israeli conflict.
She thinks that the solution is having one state and equal rights for both Palestinians & Jews.
Actually a place where Christians, Muslims and Jews can live together.
Sounds like New York City isn't it??
Its actually a book written by a Palestinian living in NY; Rula Jebreal.

The movie was directed by a jewish artist/painter/director Julian Schnabel, who is recently killed. - probably by Hamas

Thursday 7 April 2011

Ohh well


Ohh well, its a bit dissappointing but can't be bothered obsessing about it..

Monday 4 April 2011

Bundan sonrası Cold War! Benden sonra Tufan!



Bugünden sonra hakim olacak olan tema: Cold War

Hani böyle iki tarafın da kafasında felaket senaryoları kurduğu hatta bu senaryolar için B planları geliştirdiği -Reagan zamanındaki Strategic Defense Initiative'deki gibi Star Wars shield hesabı - bir anda tüm dünyanın kül olabileceği bir patlamaya hazır gergin durum.

Benzetmeden de anlaşılabileceği gibi "mutual assured destruction" felsefesi işliyor yani tepesi atan taraf batarken diğerini de yanında götürecek.

Icy dicey (!)

Peki bu noktaya nasıl gelindi?

Its important to understand when you're in a pissing match and more important is to get out of it asap!

Power struggles her türlü insan ilişkisinde mevcut.

Soul growth vs. power & control çok birlikte gitmeyen konseptler olduğundan sorunun çözülmesi kolay olmuyor.

Şikayet etmek hiçbir şeyi çözmediği gibi power struggle sorununu da çözmüyor.

You've gotta take an action to improve it!

Blaming the other; tipik insan reaksiyonu da sonuçsuz.

Her zaman akılda tutmalı; its a two way street. Karşı taraf sana birşey yapıyorsa sen de ona yaptırmış oluyorsun. Bunun farkında olmalı önce. Ya bu davranışı provake etmeyeceksin ya da kendine böyle davranılmasına izin vermeyeceksin. Hangi şekilde anlamak istiyorsan o anlama gelen bir cümle bu.

Kabul etmek lazım; karşı taraf güç kullanıyorsa sen de bunu most likely provake etmişsindir. Karşı taraf orantısız güç kullanıyorsa senin hiç güç kullanmanı gerektirmeyecek bir move yapman gerekiyor. Hadi buraya kadar oynadın bu satranç oyununu en önemlisi 2 hamle sonrasını düşünmekte. Gireyeceğin uncharted territory'de önüne çıkacaklara hazır mısın?
Çünkü sanma ki struggle burada bitecek. Asıl şimdi değişen oyun dinamiklerine önce adapte olan survive edecek.

Survival of the fittest konseptinde yanlış anlaşılan daha ziyade etraflıca düşünülmeden yorumlandığından eksik yorumlanan bir parça var; survive edecek olan species şu an için mevcut şartlara adapte olan cins olabilir ama bu continuous bir süreç. Yani; değişime, değişen şartlara game planını en hızlı&kolay adapte eden survive edecek.

Çünkü sen mevcut şartlar altında superior bir şekilde survive ediyor olabilirsin ama bakalım senin de indüklediğin olaylar silsilesi taşları yerinden oynattığında yeni şartlara senden önce ve/veya kolay bir şekilde uyum sağlayan bir başkası olursa yerini nasıl preserve edeceksin?

Bundan sonrası Cold War! Benden sonra Tufan!

Gerçi onu bunu bırakıp focuslanacak olursak göreceğimiz iki çıkarım var:

- Birşey disiplinlerarası çalışılan bir konu haline gelmişse (i.e. mobbing) onun çözümü yoktur.
Anca Allah korkusu tadında yüksek bir otoriteden çekinildiği sürece birşeyler önlenebilir ama köprüleri yaktıktan sonra it cannot be undone.

- Savaşta kazanan taraf yerine daha az yara alarak çıkan taraf olur.
Her türlü sana da patlayacak bu iş bana da. Bakalım at the end of the day hangimiz daha çok pişmanlık sahibi olacağa geliyor bunun sonu. which is pretty depressing to know that things are not gonna turn out good and we won't be living happily ever after.

Saturday 19 February 2011

SMU son vol.


#SMAKHAS son gün öğretileri

"hiçbirimiz hepimiz kadar akıllı değiliz"
takımlar oluşturarak çöz

"practice makes perfect"

"ne kadar çoklaşırsan o kadar iş yapamazsın"
5 kişiden fazla insanın olduğu toplantıdan karar çıkmazmış

kriz vs. not kriz

hala hakkımızda konuşacak kadar duygusal bağları var müşterinin
BSG demek yerine "güvendiğim dağlara kar yağdı ne yaptın marka" şeklinde yazıyorsa
kriz olarak değerlendirmek yerine onlara hafifletici çözümler getirmelisin

"çok ciddi" krizin varsa reklam basma - krizi örtmeye çalıştığın anlaşılır daha çok tepki toplarsın
ama markan kanser yapıyor krizi çıktığında çevreci fatura mesajını da basmalısın alttan alttan ama daha büyük kriz olunca bunu pompalamakta ısrar edersen insanlar "yemezler bunları" şeklind eorganize olabilir.


çözülen kriz vs. sindirilen kriz
diye bir fark far
sorunu identify edip çözmek ile ateşi söndürmek bir değil!

Wednesday 9 February 2011

SMU vol.10


Integrated Marketing Communications w/ Yüce Zerey Bir firmada dijital pazarlama kendi içinde en çok kaça bölünebilir?


Analytics
>>SEO/SEM
Online Reputation
>> SM
Mobile
Content Mgmt
Email Mktg
...

Tabi bunlar genelde alt birimler olmaz ajanslara dağıtılır bu görevler.


Şimdi tepede bir macro strateji var.
Ardından onu fonksiyon bazlı ve/veya marka bazlı( tone & manner'a göre) micro stratejilere indirgiyorsun.

Şey gibi macro dijital startejiden micro mobil str., micro email str., micro SEO str. gibi kırılımlara ayrılabildiği gibi Fanta micro str., Damal Su micro str. gibi kırılımlara da ayrılabilir.


En kötüsü mecra bazlı stratejiye kitlenmek.
i.e. fB'ta olalım.
Bir yerde olman gerekiyorsa olmalı ama kendini differentiate etmelisin.


En kapsamlı şekilde bu iş nasıl yürüyor?


Önce firmanın o yıl için satış hedefleri veriliyor.
Satış hedefleri ürünlere/markalara dağıtılıyor.
Ürün müdürleri bu satış hedefine nasıl ulaşacaklarını anlatan business planları hazırlıyor.


Bu çok öyle pazarlama gibi değil daha ziyade etkinlik planı gibi.
Venue A'da B yaparsam X birim satarım.
Hangi kanalda, ne zaman, ne yapsam planı


Zamansal olarak en yakın kampanya için IMC süreci başlıyor.


Kampanya için C birim satış bekleniyor. Herkeş ajansını kapsın brief toplantısına gelsin. Business objectiveleri paylaşacağız diyorsun. Dijital, PR, dijital medya staınalma, offline medya satınalma, event, SM her türlü ajans geliyor.

Kampanyanın bazı hangi mecra ise o ana kanalın ajansı IMC leading agency oluyor.
Walla bizim şirkette hep ama hep ürün müdürünün sevdiği ajans oluyor :)


Ideation süreci IMC leading agency tarafından yönetiliyor.
Ideation'da core creative idea generate ediyorsun.
Böyle broad ve vague bir idea.
i.e. Share happiness


Tüm ajanslar bu fikri kendi mecrasında nasıl köpürteceği üzerine çalışıyor.
KPI filan belirliyorlar.
Planlarını entegre edip tek sunum halince debrief toplantısında sunuyorlar.

IMC debrief evaluation toplantısı yapıyor firma.
Business hedeflerime ne kadar katkısı olur sorgulaması yapılıyor yani.
>> Kampanya entegre mi?
>> Brand love score'a katkısı ne? - tabi herkeş böle name etmiyor :)
>> Marka ile ilişkisi var mı? - yoksa ben bu süper fikri ilişkilendiricem diye kastırıyor muyum?


Kampanyaya karar verilince ajanslardan KPIların numerik beklentileri isteniyor.
Ve proje planları çıkartılıp işe başlanıyor.

Ajanslara ödemeyi base fee + performans şeklinde yapmak en efektifi. Böylelikle ajans ta daha fazla para kazanmak için çırpınıyor. Ben yaptım böyle oldu diye kenara çekilmiyor.


Kampanya başladıktan 30 gün sonra ilk raporlar çekilir.
Trendlere bakılır. Nerde eksik gidiyorurz oraya biraz yüklenelim gibi taşlar oradan oraya oynatılır.
Learning toplantısında neyi iyi neyi kötü yaptık tartışılır.

Coca Cola gibi teknik alt yapısı olan firmalar tüm mecraların etkisini karşılaştırmalı olarak alır. Satış sonuçlarıyla eşleştirir.


Satışlarım Y= bo + b1x1 + b2x2 + b3x3 +....+ bnxn + E
(beta ve epsilon kasamadım artık b ve E ile idare etceksiniz #smakhas)
hipotez kısmını geçiyorum zaten sadece Sevda anlayacak. ama işte b1 eşittir ve eşit değildir 0.


Bir regression denklemi var adamlarda, hem ellerinde historic data var hem de sürekli optimize ediyorlar, X yapınca satışım significantly arttı diyebiliyorlar. Hatta ne kadar arttığını bile söyleyebiliyormuş kimi zaman.

Hatta 2nd stepde abartıp micrositeye X1'den gelen ile X2'den geleni bile ölçüp karşılaştırabiliyorlar.


Şimdi sen Coca Cola kadar büyük değilsen de illa ki


>> Macro stratejiyi set et
>> Core creative ideayı belirle
>> KPI belirle
>> Learning toplantısı yap

Hedef ver
Trende bak
Evaluate et



SM Trends & Strategy w/ Alemşah Öztürk


Like, comment gibi consumer input ile tüm dijital sosyalleşti.
-- adam doğru diyo hacı :)


SM, dünyanın en ucuz mecrası

Paid - içinde yabancılar var. karşındakinin kim olduğunu neden orada olduğunu bilmiyorsun.
Owned - kendi mecran at koşturuyorsun
Earned - SM: taraftarların var. kişiler geliyor, kalıyor, aksiyon alıyor, cevap veriyor.


diye medyayı sıraladığında mass'ten birey'e doğru gidiyorsun. Duygu besleyio seninle iletişime giriyor topluluk.


1 fB fanının (engagement buradaki mesele) maliyeti $1.07
fB'ta 20 cent'e reklam verip sayfana adam getirirsin ama engagement başka.


Kullanıcılar bir yerdeydi sonra adı SM oldu.
Yoksa SM vardı kullanıcılar oraya doluştu diye birşey yok.
Balık neredeyse sen de orada avlanacaksın mantığından markalar da SM'e girdi.

SM'in temelinde psych ve sociology yatıyor.
SM'de yaptığın işin bir duyguya dokunması lazım. Kullanıcıya bişi vermelisin onu harekete geçirecek.


i.e. Who has the biggest brain oyunu "Gurur" ve "Rekabet" hisleri üzerine oynuyor.
Çünkü oyun sonunda seni rat edip arkadaşlarınla compare ediyor.
Biri seni geçince de emailla sana haber veriyor.
Gaza gelip kimse beni geçemez diye tekrar daha yüksek puan almak için oynuyorsun.

i.e. Çizi


t=o fan:30
t=7. hafta fan: 160 bin

fB'taki arkadaşlarının fotolarını puzzle şeklinde blurred yapıp sana 4 seçenek sunuyor. arasından bu hangi ark.ın seçiyorsun. Ödül olarak ta lalettayn bir Çizi saat veriyor.


Açlıktan başın dönerken bile arkadaşlarını tanıyabiliyor musun?
İnsanların bilgisini ispat etme motivasyonuna oynuyor.


Tanıyamadığın zaman Çizi'yi joker olarak kullanma şansın var.


ve inanamazsınız geçen yıl aynı zamana göre satışlar %23 artmış hem de başka kanal kullanmadan.


TR kullanıcısının dijital attention span'i bazen 1-2 saat bazen 1 hafta gibi range edebiliyro. Ama ort. 3 günmüş.


Paid media


Banner tıklama oranları hızla düşüyormuş ama allah sizi inandırsın hala insanlar kek gibi bannerlara tıklıyormuş.


Owned media


Kullanıcı gelsin, benim olsun istiyorsun ama zor. It takes time


Earned media


Customer is the channel
Kullanıcının paylaşacağı içerik yaratacaksın


i.e. Renault Fluence reklamındaki baba Türk olsaydı?


Renault eski yüzlü bir marka. "Babamın da Toros'u vardı" tribi
Kendisiyle dalga geçebilen cool olur.



notion 1: Tr olmak
notion 2: komik buldum arkadaşlarım da komik bulur
İlk 1 haftada her 6sn'de biri videoyu post ediyormuş fB'ta
ölçüm methodu: fB dili TR iken search'te screen capture almışlar.
Sosyolojiden anlamak önemli kitleleri harekete geçirmeye çalışıyorsan.

SM'nın 5N 1 K'sı
> nerede, ne kadar, ne sıklıkta ne konuşuyorlar, ne yapmalı
i.e. forumlarda hep kötü konuşuluyorsa izle, pat diye muhabbete girmeye çalışma

O. Brand Assesment w/in social space
Track conversation

1. Identification of social influencers of your brand

2. Outreach to social influencers
invite them to participate in online community
Bunun için önce affinity yaratmak lazım. Kolayca yazdıramazsın bu adamlara. Experience sunmak, heyecanlandırman gerek
meet -> know -> like -> love
şeklinde işliyor bu mekanizma. En hızlı lovemark olan ise Obama w/ 18 months normalde 10 sene aldığı filan konuşuluyor lovemark olma sürecinin.
3. Turn influencers into brand advocates
build online community & engage influencers

4. Full year conversational tracking program
track conversations, sentiments, insights on brands & products in target market

İnternet kurgusunun temelinde üretmek var. Beraber üreterek insanları harekete geçirebilirsin.
Öyle bir yemeğe çıkardın diye vercek değiller ki :) Birlikte bu markayı daha iyiye götürmek için ne yapabiliriz diye yaklaşmalısın influencerlara.
i.e. mystarbucksidea
Hem sbux daha iyi nasıl olurdu diye soruyorsun ve konuşacakları bir mecra veriyorsun hem de gerçekleştirdiğin fikirleri bakın hayata geçirdik diye advertise ediyorsun.
Perfect example of brand-customer collaboration.

SM'nın en önemli leverage point'i de harcadığın pazarlama bütçesinin verimliliğini arttırması.
1. projede bir user base oluşturuyorsun. i.e. fB sayfasındaki fanlar
2. projeye sıfırdan başlamamış oluyorsun böylelikle.

SM; crowdsourcing şekliyle R&D tarafında kullanılabilir.
i.e. Doritos hisseli tatlar

Tomorrow's trend: Social Gaming
SM'da %70 entertainment & Communication ile uğraşıyor.
Bu %70'in %40'ı da oyun oynuyor.
bknz. Gamester ile ilgili yazı

"No longer SM present mgmt not its reputation mgmt"
Biz hiç yakalayamıyoruz bu trendleri a.q. Geride kalıyoruz hep!

UK 2010 SM spending $22 milyar (yuh!)
TR'nin ~$2 milyon olduğu düşünülüyor.

Bilginin format değiştirdi. Sen fark etmedin mi?!
lifestreaming
t: 140 karakter
dribble: 400*300 pixel portfolio

Uzun mektupların yerini kısa mesajların alması dilin kullanımını öldürüyor.
Tasvir sanatını ve bazı konseptleri anlatılamaz kılıyor. Bazı kelimeler kayboluyor, dil köreliyor.

Information noise içinde differentiate your message
>> hangi duygu & hangi iç güdüye konuşuyorsun

i.e. IKEA tagging campaing on fB
> get it free >> tayleyince senin profiline & ark.larının feedine düşüyor >>> yayılım kurgusu
> firt come first served

Social Semantics
> yakınsama
Şu an manuel monitoring yapılıyor web 3.0'da kendiliğinden yapılacak
Önemli olan +/- dağılımı (not necessarily individual user)
İşleyiş: içeriki tagle, analiz et, yorumla

Fenerbahçe maç günü SM'de milyonlarda data çıkıyor. Tek tek okuyamazsın. Napcaksın??
either wait for web 3.0
or stratejik olarak yönet
Maçın kötü yanları nelerdi diye bir post ile conversation'ı sen başlat ve orayı incele.
Diğer konuşmaları incelemeye kastırma.

Next stop: Geomktg
Yelp, loopt, mytown, 4sq, brightkite, whirl, gowalla
TR'de 4sq kullanımı ~20bin
4sq bir oyun kurgusu.
check-in ol, mayor ol, badge al, profilin oluşsn
datayı segmente edebildiğin için loyalty kampanyası yapmak çok kolay
i.e. bir ay boyunca 10 defa check-in olana X ver

1 Kullanıcının Değeri Nedir?
fB'ta ort fan başına $135
ama markaya göre değişiyor. Sbux $239

Social Shopping
Sen alışveriş yapınca swipely ile profiline post ediyor.
Öykündürme mantığı işliyor.

I just made love map ile ilgili yorum yapasım gelmedi Allah sizi inanadırsın!

Step by Step SM
* Ne yapacağız?
fan page
* Neden?
data toplamak, satış artışı, loyalty, iletişim, algıyı dğeiştirme
* Nasıl?
app, micro-campaign (XYZ yaptırıp hediye vermek), kaliteli içerik paylaşımı, crowdsourcing, social responsibility
* Niçin? Kullanıcı ne demeye gelsin??
merak , ödül (sürecin içinde kullan ama onunla başlama), öğrenmek, eğlenmek, iletişim kurmak (benzer fikirleri olan insanlarla), aidiyet, ortak içerik oluşturma, işbirliği
*Nerede?
fB, t, forum, site, yeni bir şeyi sen yarat (ama it takes time & requires investment)
*Kime?
segment, aidiyet grubu, birşeyin taraftarları

Creative Idea
1) İç görü (underlying motivation)
2) Tüketim alışkanlıkları
3) Yayılma nasıl oluyor?
4) Etki ne olacak?

ve şimdi örnekler...

i.e. World AIDS day - Celebrity Deaths


ünlüler kendi twitter hesaplarını kapatıyor.
buy my life -> donate
Her kullanıcı için $1 milyon olunce hesabı re-activate ediyorlar.
$60 milyon toplanıyor.
Birkaç kişinin ki için yeterli para toplanamıyor.

i.e. Vodaone Pinata


Hit the pinata app on fB
Bir kamera var çekim yapıyor. Sen hit etsin dediğinde real-time hit ediyor.
Gerçek hayat olması ve ne zaman kırılacak, içinden ne çıkacak merakı üzerine kurgulanmış.

i.e. Singing tweets by Orange



4 günlük kampanya
# ile tweetliyorsun kızlar senin tweetini şarkı olarak söylüyorlar.
Kişiselleştirm: senin mesajın, senin için şarkı söylüyorlar
Biraz Old Spice Man'deki "bana cevap videosu çekmiş" motivasyonu gibi
Old Spice Man kampanyası da biri "evlenme teklif edicem bana propose etme videosu çeksene" diye istekte bulununca ortaya çıkmış.
>> benzer örnek Coca-Cola kutusuna senin fotonu basacağız kampanyası "emaotional benefit"

i.e. Diesel FacePark


Stupid offline'da takılır konseptiyle fuck Digital
insanlar fB profilleri şeklinde kutular giyip birbirlerini poke etmişler

i.e. Child Abuse Campaign
profil resmini çizgi film karakteri yap
sonradan bu kampanyayı pedofili ile ilişkilendirecek şeyler çıkmış, resmi açıklama yapılmak zorunda kalınmış etc.

i.e. GncTrkcll Dudullu




Bunun gibi komik başka şeyler de var.
evrakların üzerinden geçmek: evraklrı yere atıp üzerine basmak


fB'ta ve vimeo'da kaç kiş yükledi videoyu vs. kaç kişi play'e bastı şeklinde alabiliyormuşsun raporu.


i.e. Storytelling


Google arama sayfasıyla başlayıp tüm HTML5 nimetlerinden faydalanılarak yapılmış bir video.
Deneyimi yaşatacak bir hikayenin içine alıp insanları o deneyimin bir parçası yaparsan etkili sonuçlar edle edebiliyorsun.


i.e. Real-time Technology


Real-time çeviri yapıyor bir app. (beta bile değil alfada şu an)
Ve internete de ihtiyacı yok sdc telefon.
dil diye bir bariyer kalmıyor.


i.e. Smile Ice Cream Machine by Algida





Share Happy
Vending machine'de sensör var gülümsediğini algılayınca sana dondurma veriyor.
revolutionary point of purchase experience


i.e. The Fun Theory
thefuntheory.com


Ürün yerine daha üst seviyeye çıkıp duygu anlatıyorlar.
Her marka yapamaz bunu.
Satışa etki etmeyen ama brand building yapan bir proje.
"focus on thinking behind the cars"


Sadece merdiven örneği yok.
Encourage recycling via fun diye başka bir örnekleri de var.





Duygu üzerinden movement yaratıyorlar.
Changing human behavior for the better


i.e. Samsung Vibrate Phone





Cam tezgah üzerine konmuş titreşimdeki telefonları araya araya tezgahtan düşürmeye çalışıyorsun.
düşen telefonu kazanacaksın ancak bir kova da su var.
Suya da düşebilir telefon ve suya düşerse hala çalıştığını görmüş oluyorsun.


i.e. Twelpforce


2009 - Best Buy on twitter
Provide expert technical help on tweet form
Satış destek ekibi kendi arasında daha hızlı cevap vermek için yarışıyor.
İlk yılında customer complaints %20 azalıyor.


i.e. Canon Photochains





Bir kelimenin son harfiyle başlayan yeni kelime bulduğun oyun gibi biraz.
Bir foto çekiyorsun orada taglediğin diyelim ki "fly" chainin bir sonraki fotosu "sky" oluyor.


Tabi bu sistemin işlediği sayfa foto tips & tricks bölümü de açıp zenginleştirmişler.


Bir de sonradan offline'da kampanya olarak kullanmışlar bu photochainleri.


i.e. Twitter Murals





USA'den Canada'ya turist akışını arttırmak için sokaklara dev dokunmatik ekranlar kurmuşlar.
Ekranlarda Canada'ya gitmiş kişilerin SM'de post ettikleri yayınlanıyor real-time.


i.e. Puma Hard Chrous
pumahardchrous.com





Maç günü sevgililer gününe denk geliyormuş.
Bir grup fanatiğin söylediği şarkının sonuna kendi mesajını ekleyip sevgiline gönderebiliyormuşsun.


i.e. Apple iAd
bknz Hasan Başusta'nın ilk sunum günü


i.e. Chatroullet
aynen bknz


i.e. Bakertwitter


Pastane yeni ürün çıkınca sıcak sıcak XYZ çıktı diye tweet ediyormuş.
İnsanlar pastanenin önünde kuyruk oluyormuş.


i.e. Nike


Bisiklet turnuvasının geçeceği yola sıkıştırılmış tebeşirler senin twitter mesajını yazıyorlar.


i.e. Akbank ATM


ATM kullanımını teşvik etmek için sana SMS atıyorlar en yakın Akbank ATM'sine koşman için.
İljk gidene $600 veriyorlar.
Tabi insanlar ATM'nin önünde kamp kurup hile yapmasın diye (ki Türk aklı hemen çalışmış) önce ATM'nin yakınlarındaki kırmızılı adamı bulması söylüyorlar.



i.e. Sony 3D projection mapping




bringing buildings alive!


i.e. iPad flipboard


iPad'de içerik tüketmenin zevki üzerine oynuyor.
twitter içeriğini dergi gibi okuyorsun.


Pin production #smakhas'tan bildirdi.