Ben sadece haftasonları gazete okurum.
Ana haber bültenini nadir izlerim. - en son izlediğimde tüm kurmaylar istifa ediyordu sen ordan hesap et.
Sabah ofise gittiğimde eğer alel acele iş yetiştirmiyorsam ya da bir toplantıya koşmuyorsam kahvaltımı yaparken mashable'a, twitter'a "şöyle bi" göz atarım. Sonra iş çıkar, okuyamadığım yazıları işaretler öğlen yemeğe çıkmadan bakmaya çalışırım.
Keyifli, sakin bir pazar; Yılmaz Özdil yazılarını ve Radikal'i okuduktan sonra Thought Catalog'u okuyup bir iki TED videosu izlemektir.
Benim gerçekliğim budur.
Bugün TR'nin gerçekliği rol yapıyor. Olmadığı bir şey gibi gösteriyor kendini.
Hepimiz terörü lanetliyoruz. Ama aslında bu rol yapmak.
Nasıl bir çuval pirince oyunu satıyorsa hor gördüğümüz vatandaş, aslında hepimiz satıyoruz bu memleketi. Birkaç günlük bir buzz yaratıyoruz konvansiyonel ve sosyal medyada sonra gerçekliğimize geri dönüyoruz. Lafı açıldığında şiddetle kınasakta yanlışları gerçekliğimiz değişmiyor. Hepimiz satıyoruz bu vatanı.
Organize olmuyoruz. Şikayet ediyoruz ama değiştirmek için harekete geçmiyoruz. Basiretsiz yahu!
İstikrarlı hiç gitmiyoruz. İsyan ediyoruz ama günübirlik.
Lafımızın arkasında "sözde" (ama sadece sözde) duruyoruz ama aksiyon almıyoruz. Değişmiyoruz böylelikle hiçbir şeyi değiştirmiyoruz.
Hepimizin gerçekliği oyunu karnını doyurmak için satan vatandaşla aynı; hayatımızı sürdürmek için gereken bare minimum neyse onun için satıyoruz vatanı. Kolaya kaçıyoruz.
Hükümetin vergisini topladığı vatandaşına yaptığı haksızlıkları - bu çok geniş bir kavram - ve ihanetleri, yozlaşmışlığı ve ülkedeki terörü kınıyoruz.
Ama organize olup harekete geçmiyoruz. Değişimi demand etmiyoruz.
Sonuç: normalleşme.
Biz bu hypeları yaratıp status quoyu değiştirmek için harekete geçmedikçe algımız bozuluyor.
Artık şaşırmıyoruz. Normalleşiyor.
Şehit oluyor gencecik insanlar tekrar ve tekrar. Hakkımız yeniyor tekrar ve tekrar.
En fazla "Bu laflara karnımız tok" diyoruz, hatırlatıyoruz birbirimize "bakın daha önce de böyle oldu ama hiçbir şey değişmedi" diyoruz, ayıplıyoruz 'değiştittirmeyenleri' ama yine organize olup değişimi talep etmiyoruz. Değişimi zorla, çeke çeke getirmiyoruz bu memlekete. Hor gördüğümüz araplar baharını yaşıyor, takdir ediyoruz ama kendimizden utanmıyoruz.
İçimiz sızlıyor ama 40 gün sürmüyor bu. Sonra hepimiz gerçekliğimize dönüyoruz.
Bugün webrazzi summit'e giderken (benim gerçekliğim bu işte) yolda twitterdan şehitleri haberini aldım. Hype'ın boyutunu ise twitterda kesilen yayınları, ertelenen yeni dizi bölümnlerini yine twitterdan okuyarak öğrendim, tabi bir de fB newsfeedime bakarak.
Ben bu hype'ı kınıyorum.
Geçen hafta da hükümetin zamlarını kınıyordum.
Öncesinde dinin devlet işlerine karıştırılmasının ikiyüzlülüğünü ve yozlaşmışlığını kınıyordum.
Arada internet yasaklarının nasıl bir haksızlık olduğunu, devletin vatandaşını istismar edişi olduğunu kınarken arap baharına ibretle bakıp mobilize olmayan bizi kınadığım da oldu.
Uğruna inandığı değerler için (bu din olur vatan olur kişisel profesyonel başarı olur insan ve/veya hayvan hakları olur fark yaratmak olur) yaşayan ve onlarsız bir hayatın yaşamaya değer olmadığını davranışlarımızla gösterecek kadar hayatta (bir amaca) adanmışlığı olan insanların soyu mu tükendi? TED'deki a life of a purpose videosundaki gibi "elimizde" ne olduğunun farkına varıp onu "olması gerektiği" şekilde kullanmak için gerekli hayatı nasıl yaşadığımızla ilgili sorgulamaları yapmıyoruz kendi kendimize.
Bir purpose'a adanmışlığımız yok bu yüzden de hypelar normalleşirken farkına varmıyoruz.
Here is the mind path that led me here:
26 şehit, 70 milyon yaralı - at Çukurova (fB places check in'i ile)
Bu postu gördüğümde içim sızladı. Sonra az öncesinde okuduğum Yılmaz Özdil'in "sözde" ermeni soykırımıyla ilgili gençleri harekete çağıran yazısına gitti aklım. Hükümete sinirlenince aklım arap baharına kaydı. Topluma sinirlenince toplumun neler yaptığını düşündüm. İnternet yasakları için yapılan protesto yürüyüşlerinin ve benzeri "aktivite"lerin belki de az da olsa işe yaradığını ve yasakların "hafif"letildiğini, ertelendiğini hatırladım. Sonra aklıma geçen haftaki zamlara geldi. Tabi, hemen, devletin topladığı vergileri vatandaşına geri vermediği sağlıktan eğitime birçok alan geldi aklıma. Scale edip bunu, dünyada olan tüm haksızlıklara kadar gidince aklım insanoğlunun hayatı literally boşu boşuna yaşayan genelini kınayıp kendime döndüm.
Ben, "mutlu bir aile hayatı için", "profesyonal başarı ile gelen tatmin için", " 'Allah'/cehennem korkusu yüzünden", "hayata olan radikal bakış açısının özel hissettirmesiyle gelen tatmin için", "bilim için", "karnını doyurabilmek için", "tüketim için: daha iyi standartlarda yaşayarak tatmin bulmak için", hayatı ne için yaşadığını sorgulamaktan vazgeçip pasifize olmuş bir şekilde yaşayan bir insan olmayı reddediyorum.
En zor şeyin, insanın düşüncelerini toplayıp(gather) öncelik sırasına göre sıralaması (funnel) ve onu aksiyona dökmesi olduğunu reco letter üzerinden anlatan bir eğitim almıştım çok yakınlarda. Bunu iş için yapmak öğretiliyor da insanlara, insanlar bunu hayatlarına uyarlamıyorlar.
Yaşamın anlamı ve senin yaşamdaki amacının ne olduğunu sorgulamadan beyhude geçen ömürler.
Bu sorgulamayı yapsan, aksiyona dökmek içten gelir ve durdurulamaz zaten.
Biz yüzeysel bir şekilde, birşeyleri kısa süreli kınıyoruz, hiç "gerçek" organize aksiyonlar almadan.
Hayatta bizi nelerin mutlu ettiğini düşünüp hayatımızı onu provide edecek şekilde kurguluyoruz da bizi mutlu eden şeylerin arkasında yatan motivasyonlara bakıp greater ideanın ne olduğunu sorgulamadan, çok superficial kalıp sadece kınıyoruz.
Ben ne bu haksızlıklara, ne hayatın gerçekliği olan "kayıpların getirdiği acılara" ne de bunlara kayıtsız kalmaya tahammül ederek yaşamamı sağlayacak kadar geniş bir mezhebe sahip değilmişim, onu anladım.
Its not living, its existing.
- P
No comments:
Post a Comment